Haber Ekspres 14.10.2012
http://www.haberekspres.com.tr/yeni-yok-yasasi-neler-getirebilir-makale,1552.html
Yeni Yükseköğretim Kurulu (YÖK) yasa taslağı, geçerli olan yasadaki sakıncaları gidermek bir yana, sorunları daha da derinleştirebilir!
Şimdiki yasanın en kötü bölümünün rektör seçim ve atamasıyla ilgili olduğu kesin. Yasaya göre üniversitede tüm öğretim üyelerinden en fazla oy alan altı aday YÖK’e bildiriliyor; YÖK, bu adayların sayısını üçe indirirken, sıralamasını da değiştirebiliyor. Cumhurbaşkanı ise bu adaylardan herhangi birini rektör olarak atayabiliyor. Bu sistemde kendisinden başka kimseden oy almamış altıncı sıradaki birinin bile atanma şansı var (yıllar önce, altı aday sayısını tamamlamak için kendime verdiğim oyla YÖK’e ismim gitmişti) ve öğretim üyeleri kaç oy alırsa alsın, cumhurbaşkanları sıklıkla kendine en yakın gördüğü adayı atıyor. İhtisas, doktora veya sanatta yeterlilik sahibi olan ve yardımcı doçent, doçent veya profesör kadrosunda mesleki eğitim veren öğretim üyelerinin; yani halkın bilimsel yönden en süzme tabakasının iradesi ise sıklıkla çöpe gidiyor. Üniversitedeki seçimlerden arta; gruplaşmalar, sürtüşmeler, kan davaları kalıyor!
Yeni taslak ne getiriyor?
Taslakta, rektör ve dekanları seçme ve atama görevi, 11 kişilik Üniversite Konseyi’ne verilmiş. Bu konseyin üyeleri ise şöyle seçiliyor: Öğretim üyeleri, her biri farklı fakültelerden olmak üzere 5 üye; YÖK, o üniversitenin profesörleri arasından 2 üye seçiyor; Bakanlar Kurulu da 2 üye atıyor. Daha sonra bu 9 üye o üniversitenin mezunları arasından 1 üye ve o ilde en çok vergi verenler arasından ve/veya üniversiteye en çok bağışta bulunanlar arasından 1 üye seçiyor.
Sadece bu bölümde bile birçok sakınca var! Üniversitede seçim yine var; üstelik bu kez seçim öncesindeki gruplaşmalar birer kişinin etrafında değil, 5’er kişilik grupların etrafında gerçekleşecek. İkinci yanlışı örnekle açıklayalım! Diyelim ki, üniversitenin beş fakültesi var ve öğretim üyelerinin neredeyse yarısı tıp fakültesinde yer alıyor (genellikle böyledir); “x” fakültesinde ise 5 öğretim üyesi var. Üniversitenin öğretim üyelerinin neredeyse yarısı 11 kişilik konseyde tek bir kişi ile temsil edilirken, “x” fakültenin tek profesörü belki de konseyin doğrudan üyesi olacak. Benzetme yapacak olursak İstanbul ve Hakkari’nin eşit sayıda milletvekili ile temsil edilmeleri gibi bir durum!
En önemli sakıncaysa, ilk seçilen 9 üyenin 4’ünün siyasi olan Bakanlar Kurulu ve siyasileşmiş YÖK tarafından atanması! Öğretim üyelerinin seçeceği 5 öğretim üyesinden sadece biri benzer siyasi gruptan olduğunda (ki yukarıdaki örnekteki 5 öğretim üyeli fakültenin tek profesörü olabilir), 5’e 4 çoğunluğu elde eden siyasi grup, önce 2 diğer konsey üyesini, ardından rektör ve dekanları atayacak! Sonuçta üniversitelerin; öğretim üyelerinin yüzde 80’i tarafından desteklenmeyen bir siyasi gruba yakın kadrolarca yönetilmesi söz konusu olabilecek!
Peki rektör seçimlerini büyük ölçüde siyasetten uzaklaştıracak; siyaseti ve sadakati değil, liyakati öne çıkaracak bir rektör atama formülü var mı?
21.02.2010 tarihli Hürriyet Ege’de “Yeni bir YÖK modeli önerisi” başlığıyla yazmıştım: “Önereceğim modelde YÖK üyelerinin seçimi önem taşıyor. YÖK üye sayısının en az beş katı kadar YÖK üye adayı, istekliler de göz önüne alınarak; Cumhurbaşkanı, Rektörler Komitesi ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından, dünyadaki ve Türkiye’deki yönetimsel ve bilimsel çalışmaları göz önüne alınarak belirlenecek ve adayların özgeçmişleri internet aracılığı ile duyurulacak. Türkiye’deki tüm öğretim üyelerinin katılımıyla yapılacak gizli bir elektronik seçimle belirlenecek YÖK üyeleri, daha sonra kendi aralarından YÖK başkanını ve vekillerini seçecekler. Rektör adayları özgeçmişlerini, plan ve projelerini içeren bir dosya ile YÖK’e başvuracaklar; YÖK Genel Kurulu’nun yapacağı değerlendirme ve mülakat sonrasında YÖK’ün önereceği üç adaydan biri Cumhurbaşkanı tarafından atanacak.”
Gerçi o sırada TÜBA ve Rektörler Komitesi bugünkünden oldukça farklıydı; ama yine de bu formülün bile, şimdiki taslaktan çok daha iyi olduğu kanısındayım.
Haftanın Sözü: “Yükseköğretimdeki gençlerimizi istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi ulusal bilinçli ve modern kültürlü olarak yetiştirmek için; İstanbul Üniversitesi’nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi’nin tamamlanması ve Doğu Üniversitesi’nin yapılan etüdlerle tespit edilmiş olan koşullarda Van gölü civarında kurulması çalışmasına hızla ve önemle devam edilmektedir.“Â Â (Mustafa Kemal Atatürk, 1937)Â Â (Yazarın notu: Atatürk ölünce Van’da üniversite ancak 1982’de kurulmuştur.)