Haber Ekspres 01.01.2012
http://haberekspres.com.tr/tarihimizin-en-buyuk-yuz-karasi—makale,971.html
Moda oldu son zamanlarda! Birileri tarihimizin utanılması gereken bölümlerini (!) önce ısıtıp, ardından şekillendirerek kurtlar sofrasına sürüyor.
Tarihimizde utanmamızı gerektiren en büyük yüz karası ne olabilir? Üşenmeyip araştırdım. Ve buldum sonunda!
Atalarımız Amerika’yı (Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti) haraca bağlamışlar; üstelik çok da eski değil! 1795’te! Düşünebiliyor musunuz rezaleti? Ne kadar utansak az; yazık değil mi koskoca ABD’ye?
Nasıl mı yapmış Osmanlı atalarımız bu işi? Murat Bardakçı’nın 20.07.2003 tarihli Hürriyet’teki yazısından özetle anlatalım!
18. yüzyılın sonlarında Fas (Magrip) dışında Kuzey Afrika’nın tamamı (Garp Ocakları) Osmanlı hakimiyeti altında “Dayı” unvanlı eyaletin hakimi yöneticiler tarafından yönetilmektedir. Yerli halktan oluşan korsanların, İstanbul ile anlaşma yapmamış ülkelerin gemilerine saldırarak yağmalamaları serbesttir.
İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşını kazanarak yeni Amerika devletinin ilk başkanı seçilen George Washington, diğer kıtalara açılmak isteğiyle 1786’da Fas Sultanı ile anlaşır ve Amerikan gemileri Akdeniz’de Fas limanlarını kullanmaya başlar.
Ancak Cezayirli korsanlar, Amerikan gemilerine el koyup, mallarını yağmalamaya, denizcileri ise esir almaya başlayınca George Washington, 1795’te Cezayir’e bir heyet göndermek zorunda kalır. Cezayir Dayısı Hasan Paşa ile heyet başkanı Joseph Donaldson 5 Eylül 1795 günü Cezayir’de bir “Dostluk ve Barış Anlaşması” imzalarlar.
Metin Türkçedir ve Fas ile Arapça olarak yapılan anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metni niteliğini taşır. Amerikan Kongresi’nin 07.03.1796 tarihli onayıyla Amerika, Cezayir’deki esirlerin bırakılması için Dayı’ya 642 bin 500 dolar ‘haraç’ öder ve her yıl 21 bin 600 dolar (12 bin Cezayir altını) “vergi” vermeye başlar.
Amerika 04.11.1796’daTrablusgarb Bey’i Yusuf Paşa ile de anlaşarak, esirlerin karşılığında 40 bin İspanyol doları ödemeyi ve Trablusgarb’ın ileri gelenlerine “değerli eşyalar” vermeyi kabul eder. Yine Türkçe olan anlaşmada, besmele ile başlayan metnin girişinde “Bu belge dünyanın hakimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han’ın oğlu Sultan Selim Han’ın dikkatli nazarları altında imzalanmıştır. Allah, O’nun hükmünü daimi kılsın” şeklinde ifadeler yer alır. Tunus’la da 28.08.1797 tarihinde benzer bir anlaşma yapılır.
1801’de Trablusgarb Paşası Amerika’ya savaş ilan edince, Amerikan donanması limanları bombalar ve sahile asker çıkarır. Benzer gelişmeler Cezayir ve Tunus’ta da yaşanır. 1824’te Amerika, eyaletlerimize vergi ödemeyi durdurur.
En çok nereye takıldım, biliyor musunuz? Gül gibi “Amerikanca” dururken, git anlaşmayı “Türkçe” yap! Bundan büyük bir utanç kaynağı düşünemiyorum!
Gelelim sorulara!
Amerika köprüyü geçene kadar, “Ayı” olarak gördüğüne “Dayı” demiş olabilir mi?
Bu “kıssa”dan ne gibi bir “hisse” çıkabilir?
ABD ile “gizli veya açık” anlaşma yapanlar ve karşılığında “pahalı hediyeler” alanlar için de bazı “hisse”ler çıkabilir mi bu olaylardan?
Bu yazılanlara inanamayanlar için, anlaşma maddelerini “Amerikanca” okuyabilecekleri Yale Üniversitesi’nin bağlantısını da verelim: http://avalon.law.yale.edu/18th_century/bar1795t.asp
Hepinize daha sağlıklı, daha mutlu, daha umutlu nice yıllar dilerim.
Haftanın Sözü: Tarih, efendi olanın uşak olana dikte ettirdiği bir peri masalıdır. W. Edish