Son zamanlarda okuduğum kitaplarda yer alan iki öykünün mesajları arasındaki korelasyon dikkatimi çekti ve sizlerle paylaşmak istedim.
İlk öykü Tolstoy’un “Hayatın Anlamı” adlı kitabının (Arkhe Yayınları) sonunda yer alıyor ve “Üç
 İhtiyar” adını taşıyor. Öyküde gemiyle yolculuk yapan bir başpiskopos (metropolit) bir adada yaşayan ve nefislerini arındırmaya çalışan üç ihtiyarı tanımak ister.
Adaya çıkıp ihtiyarların yanlış biçimde dua ettiklerini görür ve onlara duaların doğru şeklini öğretmeye karar verir. Geç de olsa duaları öğrenen ihtiyarlar çok mutlu olurlar ve başpiskoposu gemiye kadar uğurlarlar.
Gemi uzaklaşır, ada gözden kaybolur. Gece olur, başpiskopos denizin üzerinde beyaz bir şeylerin parladığını görür.
Birazdan gemidekiler bu parıltıların ele ele tutuşmuş denizin üzerinde koşan üç ihtiyara ait olduğunu fark ederler.
İhtiyarlar duayı unutmuşlar, başpiskopostan yeniden öğretmesini istemektedirler.
Başpiskoposun yanıtı şöyledir.
“Size öğretecek bir şeyim yok benim. Sadece biz günahkarlar için dua edin…”
* * *
İkinci öykü ise “Mevlana’dan Altın Öyküler” adlı kitaptan. (Kozmik Kitaplar)
Hakan Büyükdere ve Ali Dündar’ın Mesnevi’de yer alan bazı öyküleri özetledikleri kitaptaki “Dua” adlı öyküde, Musa yolda bir çobana rastlar.
Çoban Tanrı’ya “Ey kerem sahibi Tanrı. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım. Ulu Tanrı, sana süt ikram edeyim. Elinizi öpeyim, ayağınızı ovayım” gibi saçma sapan sözlerle dua etmektedir.
Musa bu sözlere çok kızar ve çobanı azarlar. Çoban çok üzülür, başını alıp, çöle doğru yola düşer. Bu arada Musa’ya Tanrı’dan şöyle bir vahiy gelir.
“Kulumuzu bizden ayırdın. Sen birleştirmeye mi geldin, yoksa ayırmaya mı? Ben herkese bir karakter, bir yapı verdim. Onun için övgü olan sözler, sana kötülüktür. Ona göre baldır, sana göre zehir. Bilmez misin ki biz söze bakmayız, gönle bakarız, öze bakarız.”
* * *
Tolstoy yukarıdaki öyküyü yazarken birçok Rus yazar gibi Mevlana’dan etkilenmiş midir bilemem; ancak Tanrı ile kul arasına girmeye çalışanların, dini öne sürerek toplumda zorlama ve kısıtlamalara gidenlerin, özellikle de “din” adına Arap kültür ve geleneklerini dayatanların her iki öyküden önemli dersler çıkarmaları gerektiğine inanıyorum.