“İşyerinde baskı, taciz ve yıldırma (mobbing)” denen, sık rastlanmasına karşın adı konamadığından nadir duyulan tablo ile mücadele sürecini ve hukuki durumu irdelemeye çalışalım.
“Yıldırma“ya maruz kalanlara mücadele etmeleri, uygulanan yıldırma yöntemlerine ilişkin belge ve kanıt toplamaları, birden çok kişiye uygulanıyorsa, bir araya gelmeleri öneriliyor. Türkiye’de “yıldırma” davaları açılmaya, hatta sonuçlanmaya başlamış. Süreç hukuki olarak tanımlanmadığından dava açılırken zorluklar yaşanabilirse de “işverenin işçinin ruhsal sağlığını korumakla yükümlü olduğu, çeşitli yöntemlerle sistematik olarak yıldırılmasının kişilik haklarına saldırı olduğu” savını kullananlar olmuş.
Örneğin bir meslek odasındaki bayan büro amiri yaptıklarının beğenilmemesi, yetkilerinin alınması, arkadaşlarıyla ilişkilerinin bozulması, asılsız suçlamalarla ceza verilmesi ardından psikolojik sorunlar yaşamış ve işten atılmış. Dava açtığında, cezalarının kaldırılmasına ve 1000 YTL tazminata karar verilmiş. Bankada bölüm başkanı olan bir bayansa çeşitli yıldırma yöntemlerinin ardından işten atılmış; açtığı işe iade davasını kazanmış. Siyasi iktidarın değişmesiyle, bir devlet ofisindeki daire başkanının istifası istenmiş, rütbesi düşürülmüş, gece nöbetleri verilmiş, kendisinde ve ailesinde psikolojik bozukluklar ortaya çıkınca yöneticiler hakkında maddi, manevi tazminat davası açmış.
Davaların en ilginci Eczacılık Fakültesindeki bir profesöre ait. Öğrencilerinin laboratuvarlardan kovulması, araştırmalarına ödenek sağlanmaması, çay ocağının yanında suntayla çevrili bir odaya sürülmesi, asistanlarına kadro verilmemesinin ardından, kendisini odadan kovan dekanına karşı açtığı manevi tazminat davasını kazanmış, karar Yargıtay’da onanmış.
Celal Bayar Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Erol Özmen’e göre (Medimagazin, sayı:383) “yıldırma“nın en çok yaşandığı yerlerden biri üniversiteler. Rektörlerin yetkilerini kötüye kullanmaları ve denetimin yavaş çalışmasının etkisiyle; yöneticilerin uyguladığı “aşağılayıcı davranış, randevu vermeme, usulsüz keyfi soruşturma açıp ceza verme, kadroların keyfi dağıtımı, izinleri onaylamama veya geç onaylama, tecrit etme, personel ve teçhizattan yoksun bırakma” gibi yöntemlerle yıldırılan öğretim üyesi, sıklıkla hakkını arayamamakta; mahkemelerin sonuçlanması uzun sürmekte; YÖK, yapılan başvuruların çokluğu karşısında çaresiz kalmakta.
Sevgili Erol’a katılıyorum. Bu sorunların kökeninde sıklıkla rektörlük seçimleri yatıyor. Çözümse seçim yerine; bilimsel ve idari yönlerden yetkinleşmiş bilim insanlarından oluşan, siyasetten arındırılmış bir kurul tarafından atama yapılması.
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)
Â
Â